KONSTANZ: GÖLÜN NEFESİ, SINIRIN SESSİZ KALBİ

Çok uzun yıllardır mesleğimden dolayı çok ülkeye gidip güzel yerler gördüm.
Ama ben Konstanz kadar sakin, huzurlu ama bir o kadar hareketli sessizliğin sakinliğin ve modernizmin bu kadar uyumlu olduğu ve orta Çağ’dan kalan tarihsel dokunun bu derece korunduğu çok az yer gördüm .
Konstanz, İsviçre’ye bir adım
Hakikaten bir adım atıyorsun İsviçre’ fesin, bir adım geri geliyorsun Almanya dasın..!
Almanya’nın en güneyinde i85 bin nüfuslu bir kent. Buradaki izlenimlerimi paylaşayım istedim. Nüfusu 85.000 ama yazın bizim, Alaçatı ve Bodrum gibi muhteşem bir tatil yöresine dönüşüyor Öyle ki, mesela buradaki çok büyük bir AVM cirosu, ne Berlin ne Münih ne de başka büyük şehirlerdeki AVM’ler de var..
O derece hareketli ve gelir düzeyinin ve harcama oranı yüksek olduğu bir şehire dönüşüyor
Bazen bir şehir, insana yalnızca adres değil; ruhuna bir pencere olur.
Konstanz, işte tam böyle bir şehir. Almanya’nın güney ucunda, İsviçre’ye dokunan o ince çizgide… Bir tarafında Ren Nehri’nin berrak akışı, diğer tarafında Bodensee’nin sonsuz sakinliği. Şehrin üstüne düşen sis bile burada gri değil, derin görünür. Sessizliğin bile bir ağırlığı vardır, insanı içine çeken, düşünmeye zorlayan, ama asla sıkmayan bir ağırlık…
Konstanz’a yaklaşırken gölün kıyısından yükselen ince bir esinti, sanki “Hoş geldin” der gibi yüzünüze dokunur. Kimi şehirler insanı büyük laflarla karşılar; Konstanz ise sadelikle, doğallıkla, kalbinize işleyen yumuşak bir sıcaklıkla.
Suyun Üzerine Yaslanmış Bir Hayat
Burada hayat gölün ritminde akar.
Sabahları bisikletine atlayıp göl kıyısından işe giden insanlar vardır.
Yüzleri telaşsızdır. Zamana yetişme kaygısı yoktur, çünkü zaman burada koşmaz, yürür.
Öğleden sonra güneş değişik bir açıyla suya vurur; Bodensee aynaya döner.
Sanki göl gökyüzünü değil de senin aklını yansıtır, bütün karmaşanı yüzeye çıkarıp sakinleştirir.
Ve bir gün mutlaka kendini göl kenarında tek başına otururken bulursun.
Söz gerekmez.
Konstanz’ı anlamak için susmak yeter.
Eski Şehrin Sokaklarında Zamana Dokunmak
Altstadt’ın (Eski Kent) sokakları, tarihin çatlaktan sızmış kokusuyla doludur.
Taş duvarların arasında yürürken insan,
bir yandan Avrupa’nın orta çağına dokunur,
diğer yandan modern dünyanın dinginliğini yaşar.
Her köşe başında başka bir hikâye,
her pencerenin ardında başka bir kahve buharı…
Konstanz, tarihi koruyan, ama tarihte kalmayan nadir kentlerden biridir.
Bir Şehri Güzel Yapan İnsan Mıdır, Yoksa Huzur Mu?
Konstanz’da insanlar gülmeyi unutmamıştır.
Küçük esnaf sabah dükkânın kepengini kaldırırken,
komşusuna hâlâ “Guten Morgen” der.
Üniversite öğrencileri, laboratuvarlardan kütüphanelerden çıkıp
göldeki çimlik alanlara yayılır; tartışırlar, konuşurlar, hayal kurarlar.
Onlar bu şehrin taze nefesi.
Ve şehir, gençliğin hayalini, yaşlılığın bilgeliğini, doğanın dinginliğini aynı masada oturtmayı başarır.
Sınırda Olmak, Dünyanın Merkezinde Olmak
Sınır denen şey bazen çizgi değil, köprüdür.
Konstanz, Almanya ile İsviçre arasındaki sessiz bir geçiş kapısıdır.
Bir adımda ülke değiştirebilir,
iki ülkede birden yaşamanın o hafif sarhoşluğunu hissedebilirsin.
Burada sınırlar, ayırmaz; birleştirir.
Ve O Sessiz Soru: Ya Buraya Yerleşsek?
İnsan Konstanz’ı bir kere gördü mü,
dünyanın kalabalığında neleri kaybettiğini anlar:
• Gürültü değil dinginlik
• Koşuşturma değil akış
• Gösteriş değil sadelik
Konstanz, insana şöyle fısıldar:
“Hayatın başka bir ritmi var.
Şimdi dur. Bak. Nefes al.
Burası senin de evin olabilir.”
Ve gerçekten de, eğer bir gün yeni bir başlangıç ararsan
sana kapısını sessizce, sabırla, usulca açar.
Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olmak için
yüksek binalara, neonlara, kalabalığa ihtiyacı yoktur.
Konstanz’ın güzelliği sakinliğindedir.
Belki bir gün…
Gölün kenarında kahveni yudumlarken,
İmperia heykelinin ağır ağır döndüğünü izlerken,
hiçbir şey söylemeden yalnızca gülümsersin.
Çünkü bilirsin:
Burası artık sana dokundu.
Ve insanı dokunan şehir,
insanın şehrine dönüşür.