Bazı dostluklar vardır; insanın kaderini sadece etkilemez, kaderin kendisine dönüşür. Ali Hızar ve Halil Çakmak’ın dostluğu işte tam da böyle bir hikâyedir.
Henüz 17 yaşındayken Almanya’da başlayan bu yol arkadaşlığı bugün 35 yılı geride bıraktı ve sıradan bir dostluğun ötesine geçerek kardeşlik mertebesine ulaştı. Avrupa Kayserili İşverenler Birliği’nde omuz omuza yürüyen bu iki isim arasında öyle derin bir bağ var ki, kimin neye ihtiyacı varsa diğeri aranmadan hisseder. Bugün ona, yarın öbürüne… Menfaatle değil, vefayla büyümüş bir bağ.
Bu derinliğin kökü aslında çok daha eskiye dayanıyor. Halil Çakmak’ın eşiyle, Ali Hızar ve ailesi de Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı Şıhlı köyünden. Tanıştıkları ilk gün o klasik Anadolu diyaloğu yaşanıyor:
“Kayseri?”
“Develi.”
“Bir de Şıhlı deme sakın.”
“Doğrudan Şıhlı.”
Topraktan gelen tanışıklık yıllar içinde sırt sırta verilmiş kader ortaklığına dönüştü. Bugün Avrupa’da gıpta ile anlatılan bir birliktelik varsa; temeli böylesine tertemiz bir mayaya dayanıyor.
Cebinde sadece 300 Euro’yla Almanya’daki ticarete girip bugün milyonlarca euroluk bir ticaretin saygın ismi haline gelen Halil Çakmak…
Ama bilin ki bu hikâye para hikâyesi değil.
Bu bir adamlık imtihanıdır.
1975 doğumlu Halil Çakmak, daha 16–17 yaşındayken Almanya’ya giderek ailesinin yükünü omuzlamaya talip oldu. Annesinin vefatıyla bir hayat kapanırken, Almanya’da babasının yanında bir yıl meslek okuluna devam ederken başka bir hayatın kapısını araladı.
Elektrik ustası olmak istiyordu, fakat babasının şu sözü kaderini değiştirdi:
“Oğlum, bu memlekette yabancıya elektrik işi verilmez.”
Ve böylece yolu meyve-sebze işine açıldı; önce bir Türk firmasında işe başladı ve dört yıl çalıştı, ardından bir Alman firmasına geçti. Kasa taşıdı, forklift sürdü, hesap tuttu.
Henüz 17 yaşında satış müdürü oldu.
Yirmi bir yıl aynı Alman firmasında çalıştı.
Ama o satış yapmadı — güven sattı.
Çünkü Almanya’da Halil Çakmak denildiğinde tek bir cümle konuşuluyordu:
“Bu adam kıyamet kopsa sözünden dönmez.”
Sonra bir gün… Büyük oğlu 18–19 yaşlarındayken, “Baba artık kendi işimizi kursak?” diyerek ilk kez o kapıyı araladı. Zaten Halil Çakmak’ın gönlünde uzun süredir yeşeren bir niyet vardı; her şey hazırdı ama para yoktu.
Cebinde olsa olsa üç-beş yüz eurosu vardı.
Tam o anda içinden tok bir ses yükseldi:
“Artık kendi işimi kurmalıyım.”
Ve dönüp sadece bir kişiye danıştı:
Türkiye’deki “Abdullah abi”sine…
“Abi,” dedi, “niyetim var firma kurmaya ama cebimde sadece 300 Euro var.”
Telefondaki ses bekletmeden cevap verdi:
“Tamam Halil. Kapat şimdi telefonu. 10 dakika sonra arıyorum seni.”
Ve gerçekten tam 10 dakika sonra aradı:
“Halil kardeşim… Sana 500.000 euroluk mal gönderiyorum. Sat, sonra ödersin.”
Dünyada bazı cümleler vardır, bankaların veremeyeceği kadar büyük sermayedir.
Halil o gün borç almadı , güven aldı.
Bugün hepsi son model on büyük kamyondan oluşan filosuyla Türkiye’den ve dünyanın, Avrupa’nın pek çok yerinden Almanya’ya yalnızca meyve-sebze taşımıyor; bilakis Türk ahlâkını, sözüne sadakati, helal kazancın itibarını taşıyor.
Ve bir gün sohbet sırasında şunu söyledi:
“Korona bize hiç zarar vermedi, aksine 24 saat çalıştık. O gün anladım ki: Dünya kapanır ama Allah helal rızık kapısını kapatmaz.”
Bugün üç oğlu bir kızı var.
Oğullarından biri futbolcu. Halil’in ilk şartı şu oldu:
“Önce Kayserispor’a gelsin. Evlat memleketine hizmet ederek başlasın.”
Çünkü o biliyor ki geride bırakılan şey servet değil, duru bir izdir.
Ve şimdi soruyorum:
Gerçek sermaye para mıdır?
Yoksa adam gibi adam olmak mı?
Cevap Halil Çakmak’ın hayatında saklıdır:
300 Euro’yla başladı ama ilk güne bile borçla değil, onurla girdi.
Çünkü onun sermayesi para değil, adamlıktı.